20 Nisan 2020 Pazartesi

Bi' Kitap | Atatürk'ün İslama Hizmetleri | Turhan Bozkurt

Bir alışverişimde, kargoyu ücretsiz hale getirmek için sahafın diğer kitaplarına göz atarken rastlamıştım. Kendi kendime, uzun zamandır merak ettiğim bir konuydu neden hiç bu konuda okumadım diye sordum ve hemen aldım bu kitabı. Çokça kitap sipariş ettiğim için ve araya sunum ödevleri vs girdiği için bir kenara ayırmışım ve okumayı unutmuşum. Karantina dönemi gelince kitaplarımı incelerken elime geçti. Merakla okumaya başladım tabii. Öncelikle kitap hakkında genel yorumlarımı yazmak istiyorum. Kitap, bu konuda yazılmış diğer kitaplardan alıntılanmış anılar ve diyaloglardan oluşuyor. Sistematik bir biçimde yazılmamış. Olaylar tarihe dayalı değil. En başta anlatılan olaylar ortada ve sonda tekrar tekrar anlatılmış, bu da anlatım gücünü biraz zayıflatmış.

Kitap, Atatürk'ün Kuranı Kerim'i Türkçe'ye çevirmesinin sebebini açıklayarak başlamış. Belki de yazıldığı dönemde en çok tartışılan konu buydu bu sebeple sık sık tekrarlanmış bu konu kitapta.
"Atatürk, Kuran'ın milletçe iyi anlaşılmasını, Türkçeye çevirterek ve Türkçe tefsir ve Hadis kitapları yayınlatarak sağlamıştır. O, Kuranın anlaşılarak okunmasına ve okutulmasına son derece önem vermiştir. Bununla birlikte Kuranın özgün Arapça okunmasını da takdir ederek güzel sesle okunmasını özendirmiş ve Türk hafızlarını övmüştür."
Kuranı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi konusunu hiç sorgulamadan doğru kabul ediyorum. Tamamen bilmediğim için burada sorgulamak istiyorum, hilafet ile yönetilen bir ülkede bunca zaman insanlar Kuranı Kerim'in ne dediğini bilmeden, anlamadan nasıl yaşamışlar? Elime Fransızca bir kitap tutuşturulursa evet okuyabilirim ama onun ne söylediğini hiç anlamayacağım, hiç uygulayamayacağım. Ben dinimi nasıl yaşam tarzı hale getirebilirim? Kuranı Kerim, duvarlara asılıp dokunulmaması gereken kutsal bir emanet değildir. Toplum olarak yaşamayı düzenleyen, kurallar koyan ve bu süreçte her bireye düşen sorumlulukları bildiren bir kitaptır. Okunması yeterli olmaz, anlaşılmaya ve uygulanmaya ihtiyacı vardır.
Tam da bu konuda düşüncelerini şöyle ifade ederek bir konuşmasında Atatürk ; "Türkler, dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kuran ve peygamberimizin sözleri Türkçeye çevrilmelidir. Türk, Kuranın arkasında koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden ibadet yapıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu Kitap'ta neler olduğunu anlasın." demiştir. Bu konuşmasının Osman Ergin'in Türk Maarif Tarihi kitabında yer aldığı belirtilmiştir.

Gazi Mustafa Kemal, tefsir istiyorum diye emredip önüne gelen ilk tefsiri yayınlatmış değildir. İstediği tefsiri 7 madde ile özetlemiş bu maddelerin hepsini ise Elmalılı Hamdi Yazır yerine getirmiştir. Bu 7 madde hazırlanan bu eserin ne kadar kıymetli olduğunu gözler önüne sermektedir.

  1. Ayetler arasında münasebetler gösterilecek. 
  2. Ayetlerin iniş sebepleri kaydedilecek. 
  3. On okuma tarzını geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek. 
  4. Gerektiği yerlerde ve terkiplerin dil izahları yapılacak. 
  5. İtikatta ehlisünnet ve amelde Hanefî mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini şer'i, hukuki, içtimai ve ahlaki hükümler açıklanacak. Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek. Özellikle Tevhid konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek. Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam tarihi olayları anlatılacak. 
  6. Batılı müelliflerin yanlış yaptığı noktalarda okuyucunun dikkatini çekecek gerekli açıklama yapılacak.
  7. Eserin başına Kuran hakikatini açıklayan ve Kuran ile ilgili bazı önemli konuları izah eden bir mukaddime yazılacak. 
Gazi Mustafa Kemal, Kuranı Türkçe'ye tercüme ettirmek suretiyle, yüzyıllardır ihmal edilmiş olan bir Kuranı Kerim'in "Biz onu anlaşılsın diye indirdik." hükmünü de uygulamıştır. 9 ciltlik tefsir kitabı 10 bin adet basılmış, 2 bin adet Elmalılı Hamdi Yazır'a verilmiş, 8 bin de ücretsiz olarak halka dağıtılmıştır. Bugün bile bu tefsirin daha iyisi yapılamamıştır. Belki dili Türkçe değil, Arapça olsaydı tüm İslam alemi içinde en iyi olabileceği düşünülüyor. 

Ayrıca Kuranı Kerim'in Türkçeye çevrilmesi ilk olarak Prof. Kamil Miras tarafından ortaya atılmıştır. Sadece bir dönem mebusluk yaptıktan sonra hayatının geri kalanını dini ve ilmi çalışmalara yöneltmiştir. 

Atatürk'ün hilafet ile ilgili sözleri; "Peygamberimiz, tilmizlerine dünya milletlerine İslamiyeti kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hükumeti başına geçmelerini emretmedi. Hilafet demek, idare, hükumet demektir. Hakikaten vazifesini yapmak, bütün Müslüman milletlerini idare etmek isteyen halife, buna nasıl muvaffak olur? İtiraf ederim ki, bu şerait dahilinde beni halife tayin etseler derhal istifamı verirdim. Fakat tarihe gelelim, hakikatleri tetkik edelim. Araplar Bağdat'ta bir hilafet tesis ettiler, fakat Kurtuba da bir hilafet daha vücuda getirdiler. Ne Acemler, ne Afganlılar, ne Afrika Müslümanları, İstanbul halifesini asla tanımadılar. Bütün İslam milletleri üzerinde ulvi ruhani vazifesini ifa eden yegane halife fikri, hakikatten değil, kitaplardan çıkmış bir fikirdir. Halife hiçbir zaman Roma'daki Papanın Katolikler üzerindeki kuvvet ve iktidarını gösterememiştir. 

Atatürk, Şeriye ve Evkaf vekaleti için bir kütüphane tesis ettirerek İstanbul'dan, Avrupa'dan ve Mısır'dan bir kısım kitaplar getirtti. Önemli birçok kitap da Avrupa ve Mısır'a sipariş edildi.

Ankara'da yüksek öğretim talebelerinin tertiplediği bir çayda Atatürk gençlere hitabeler söyletiyordu. Heyecanla konuşan bir genç sözü Atatürk'e getirerek: 
Atam dedi, sen bir Allahsın.Atatürk hiddetlenerek ayağa kalktı; 
Arkadaşlar, Allah mefhumu insan beyninin çok güç kavrayabileceği metafizik bir meseledir.


(Can Ataklı Nevzat Yalçıntaş'tan naklediyor)
Avrasya Televizyonunda Lale Şıvgın'ın sunduğu "Beyin Fırtınası" programına katılmıştım. Programın diğer konukları Nevzat Yalçıntaş ve Erol Manisalı idi. Nevzat Yalçıntaş program sırasında Atatürk'le ilgili küçük bir anekdota yer vererek, "Suudiler 1926 yılında sınırları içinde tüm mezarlıkları yıkıyorlardı. Atatürk sıranın Hz. Muhammed'in kabrine geldiğini öğrenince bir telgraf çekerek "Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim" demişti. Bunun üzerine Suudiler Hz. Muhammed'in kabrine dokunamamıştı. Ama bu telgraf yol edildi." dedi.

Kitapta Hz. Muhammed ile ilgili görülen rüyalara da yer verilmiş. Bir defasında yakın arkadaşı ve destekçisi Sünusi rüyasında Hz. Muhammed'i görerek, rüyasında Efendimizinsağ elimi Ankara'da Mustafa'ya verdim dediğini anlatmış. Yine Atatürk bir defasında Fevzi Paşa ile aynı gece rüyalarında peygamberimizi gördükleri, ifade edilmiş kitapta.

Tabi bazı çelişkiler mevcut. Sayfa 184'de bir ressama kırlardaki çiçekleri göstererek aynısını yapabilir misin diye sormuş. Yapabilirim, cevabı üzerine ona sinirlenmiş. Kimse Allah'la boy ölçüşmeye kalkmasın demiş. Bu kısıma bir kaynak verilmemiş, Cemal Kutay'ın anlattığı belirtilmiş sadece.
Yine aka-bindeki sayfada manevi kızı Ülkü Hanım'ın bahsettiği iddia edilen konu da bir hayli ilginç. Vasfiye oruç tutuyor musun? diye sorduğu iddiası var. Atatürk bir başkasının inancına, inancını yaşama biçimine müdahale edecek çizgilerde bir insan değil diye düşünüyorum. Tabii kaynak varsa, neden olmasın. Belki samimiyete dayanarak bu tarz bir konuşma geçmiş olabilir aralarında.

Camiler hakkında, "Camiler, birbirimizin yüzüne bakmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için, neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmışlardır."  Bazı bloglarda çokça Atatürk'ün yaptırdığı camiler gibi yazılarak denk geldim. Camiler bir ibadethanedir. Cami, Allah'ın evidir ise her yer Allah'ın evidir. Beden ve kalp temiz olduktan sonra uygun bir yer bulup kıbleye dönüp her yerde ibadet yapılabilir. Eğer tüm dünyayı cami ile doldurmamız gerekseydi iki cihanın peygamberi buna önderlik eder ve tavsiye ederdi. Gösterişli camiler, şehrin ortasında büyük yer kaplayan taş yığınları. Fakat dondurucu kış günlerinde sokakta üşüyerek uyuyan evsiz insanlar. Üzerinde yırtık tek bir parça giysi ile yılı deviren göçmen çocukları. Cami yapımına harcanan milyon liralar fakat sokakta doğan çocuğun karnını doyuracak hiç paranın olmaması. Kabe'nin etrafında yükselen lüks bina ve oteller. Her yıl Allah uğruna kurban edilen, telef olan milyarlarca hayvana rağmen Yemen'de açlıktan ölen çocuklar.
Kitapta ayrıca, Elmalılı Hamdi Yazır ve Mehmet Akif Ersoy başta olmak üzere yol arkadaşlarının kısaca hayat hikayelerine ve bıraktıkları eserlere değinilmiş.

Atatürk ahkamın zamanla değişeceğini ve dinin siyasete karıştırılmakla çığırından çıktığını, bir takım hurafeler boğulduğunu görerek laiklik kararı almıştı.

Atatürk bir defasında hafızları toplayarak, imtihan yapmak istemiş. Nisa Suresinin 27. ayetini yanlış tefsir ile okutarak yorumlarda bulunmuş. Okuyan hafız, ayetin tefsirine itiraz ederek doğrusunun bu olmadığını ifade etmiş. Zaten doğu olmadığını araştırıp bulan Atatürk hafızı denemek istemiş.
Bu da Sadettin Kaynak'ın anlattığı bir anekdot olarak kitapta yer verilmiş.

Bu konuyu bu kitap ile okumaya başladım. Yanlış/eksik ifadeler olsa da beni araştırmaya sevk etti. Burada da paylaşmak istedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder